Sayfalar

10 Kasım 2015 Salı






  Bu zamanda ısrarla artık kimseye güvenilemeyeceğini düşünüyorsanız, hiç tanımadığınız insanlarla ormanın tam da ortasında ekmeğinizi paylaşın, zifiri karanlıkta çadır kurun, hiç ama hiç tanımadığınız insanların eğlencelerine dahil olup ateş başında karşılıklı göbek atın, kol kola halay çekin. Gerçekleşmeyeceğini düşünseniz de seneye yine aynı yerde buluşmak üzere vedalaşın. Kendimizi 'korumak' adına maskeler taktığımız, zırhlar kuşandığımız  hayatlarımızdan biraz da olsa uzaklaşınca nasıl da mutlu oluyor insan. Açık havada oksijen değil de bu mutluluk çarpıyor bence insanı. İçilen şarapların da etkisi yok değil.

Hayata dair güzel olan ne varsa hızla dağılıyor yok oluyor içimizde. Ama gökyüzünün mavisi, doğanın bin bir rengi, kuşların cıvıltısı hiç bir yer gitmiyor. Uzanıp sararan yaprakların üzerine, gözlerimizi kapatıp kuşların şarkılarını dinlersek içimizdeki şarkılara daha çok kulak veririz belki…

5 Kasım 2015 Perşembe





 Jeanne d'Arc ile Öldük Öldük Dirildik

      
Sadece bir tiyatro oyunu değildi Jeanne d'Arc, en başta bunu söylemek istiyorum. Umudun, umutsuzluğun, özverinin, dostluğun, arkadaşlığın, karşılık beklemeden verilen emeğin, bir arada olmanın, bir arada kalmanın, birlikte düşünmenin ve burada sayamayacağım, belki de adını koyamayacağım pek çok şeydi aslında. Biz her zaman tabağımıza konan yemeğin son hali gibi sanat yapıtlarının da karşımıza çıkan hali ile görürüz ve biliriz. Bir kitap yazılırken, bir sinema filmi çekilirken, bir tiyatro oyunu sahneye konmadan önce hepsi sancılı bir süreçten geçer. Klasik benzetme ile doğum sancısı yaşanır. Bilemeyiz işin mutfağını ve görünmez kahramanları. Özellikle de Türkiye gibi bir ülkede sadece ve sadece kendi imkanlarınızla sanat yapmaya kalkışırsanız ve arkanızda büyük sponsorlar yoksa vay halinize. Ben ilk defa bir tiyatro oyununun mutfağında yer aldım. Oyun sahnelenmeden önce yapılan karşılıklı fikir alışverişlerinden sonra ve tabi ki daha önce sahnelenen 'Dolu Düşün Boş Konuş' oyununun, kaybettiğim fotoğraflarının telafisi için kendimi provaların yolunu tutarken buldum. Şaka bir yana mecburiyetten ya da mahcubiyetten asla değildi. Bir gece önce çantama atmaya unutmadığım makinamla birlikte ayaklarım beni kendiliğinden, provalara götürdü. Kendim ve yaptığım iş adına çok mutlu ve umutluydum. Ufak da olsa, içimde kalan son umutsuzluk kırıntısını da, her provanın son sahnesinde sağolsun Jeanne j'Arc yani bizim sevgili Hazal alıp götürüyordu. Tabi bir de içimden okumaya başladığım Nazım'ın o ünlü dizleri: 'sen yanmasan, ben yanmasam nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa'. Yanacaktı Jeanne j'Arc da karanlıkları aydınlatmak için.


Bütün süreci, verilen emeği, umudu, gözlerdeki parıltıyı, heyecanı, her unutulan replikteki telaşı ve en sonunda da oyun sahnelenirken seyircilerin adeta nefes almadan izledikleri oyunu vizörümün arkasından görmek inanılmaz güzel bir deneyimdi benim için. Ortak bir amaç için bir araya gelmiş ve aynı şeye inanmış insanların, bu uğurda karşılık beklemeden birbirlerine verdikleri destek muazzamdı. Bırakın fotoğraflamayı, yaşam adına deneyimlediğim en güzel şeylerden biriydi bu benim için.



İstanbul ve Ankara'dan bakınca Mersin taşra sayılır malum. Yılda iki üç defa özel tiyatro gelecek de gideceğiz. En yakın devlet tiyatrosu Adana'da. Üç yıl önce takip ediyordum ama aynı şehirde olmayınca bir yerden sonra takip etmek de zor oluyor. Ekip Tiyatro bu açığı kapatacak gibi görünüyor. Özellikle de Jeanne d'Arc'ın Öteki Ölümü oyunundan sonra buna inancım daha da arttı. O kadar kısıtlı imkanlardan sonra bu kadar güzel bir oyun çıktıysa, daha fazla seyirci desteğinden sonra (ki hiç azımsanmayacak bir seyirci vardı salonda) çok daha güzel başarılara imza atacaklarına inanıyorum ben. Sanat adına bir şeyler üretmeye çalışan, yapılan güzel şeyleri destekleyen insanlar olarak çok az kişi kaldık artık. Bu nedenle birbirimize yine en büyük desteği biz vereceğiz. Kendi adıma bundan sonraki oyunu dört gözle beklemekteyim. Ve son söz: Yaşasın Sanat...